TTB MESLEK ÖRGÜTÜ ÇİZGİSİNDEN AYRILMAMALIDIR!

Henüz bir ay öncesine kadar,
Kovid olgularında düşme eğilimi,
Tam bahar gelecek,
Kovidbitecek derken!
Yurttaşlarımızın “tedbir”lere uyumu,
ve aşılama derken mutluyduk,
Umutluyduk!
“Vaka”lar azalıyordu.
Daha sonra Türkiye renklere büründü,
Kırmızının, alarm demek,
Mavi ise özgürlük olduğunu öğrendik.
Ne var ki “kontrollü sosyal hayat” bir rüya imiş,
Bir yandan yeni virüs mutasyon tehditleri;
İngiliz,Brezilya, Güney Afrika derken.
Bir yandan da aşılanma hızı.
Dünya’da aşılama sayısı yönünden ön sıralarda olsak bile
Virüs hızla yayılmaya, bulaşmaya başladı.
Saptanan olgu sayısı gün gün yükseliyor.
Virüse karşı kısmen kazandığımız alanı kaybetmek üzereyiz.
Bu üçüncü yükseliş.
Bize bahar yok anlaşılan.
Virüse elveda demeliyiz.
Ama, diyemiyoruz bir türlü.
Kaygılıyız, korkuyoruz;
Evde kalmaktan,
Ertelemekten her şeyi, “sosyal mesafe”li yaşamdan
Ellerimizin derisi soyuldu yıkamaktan,
Nefes alamaz olduk maske takmaktan
Galiba başkada çare yok gibi.
BİLİMİN ARMAĞANI: AŞI
Aşı ise, bilimin bize bir armağanı.
Dünyada çeşit çeşit aşılar gündemde,
Pek çok ülke henüz aşıya ulaşamamışken,
Koronavirüs’ün silinmesi hayal,
Üstüne üstelik evrimleşirken.
TERCİHİMİZ SİNOVAC
Türkiye şimdiye kadar tek bir aşı tercihinde bulundu.
Sinovac.
Türkiye ile birlikte 15 ülke,
Brezilya, bazı Güneydoğu Asya ülkeleri,
ve Çin.
Yazı haber hüriyeti internet sitesinde yayımlanmıştır.
https://www.haberhurriyeti.com/makale/6796289/ramazan-inci/asisiz-asla
Prof. Dr. Suat Çağlayan yazdı: İşte mucize böyle bir ortamda ortaya çıkmıştı. Sağlık Bakanlığı’nın bütçesindeki “Tanıtım Harcamaları” kaleminde tam bir milyon liralık bir para dokunulmadan duruyordu…
1998 yılının başıydı. Sağlık Bakanı Dr. Halil İbrahim Özsoy telefonda, “Hoca, hemen gel!” diyerek beni çağırdı. Yanına gittiğimde gözlerinin içi parlıyordu; “Bir milyon yeter mi?” diye sordu. “Eğer yeterse hemen çalışmalara başlayabilirsin!”
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü olarak atamamı yapan Sağlık Bakanı rahmetli Halil İbrahim Özsoy’dan istediğim en önemli şey, çocuklara Hepatit B aşılamasını ülkemizin takvimine sokmaktı. Çünkü o günlerde, ülkemizde aşı ile önlenebilen en önemli hastalıklardan biri olan Hepatit B hastalığı oldukça yüksekti ama bütçede para olmadığı için aşı satın almak olanaksız görünüyordu.
İşte mucize böyle bir ortamda ortaya çıkmıştı. Sağlık Bakanlığı’nın bütçesindeki “Tanıtım Harcamaları” kaleminde tam bir milyon liralık bir para dokunulmadan duruyordu.
ÖZER ÇİLLER İLE YILDIRIM AKTUNA KAPIŞIYOR
Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde bütçe harcamalarının eşi Özer Çiller tarafından denetlendiği ve yönlendirildiği söylenir dururdu. Kendisi paradan çok iyi anlayan bir kişi olduğundan (İstanbul Bankası’nı batıran bir genel müdür olarak tanımlanırdı) oturduğu yerden tüm bütçeyi yönettiği iddia ediliyordu.
Durun, sakın bu söylediklerimden kötü anlamlar çıkararak Özer Çiller’e olumsuz gözle bakmayın! O, 1998 yılında çocuklarımızın aşı takvimine Hepatit B aşısının eklenmesini sağlayan kişidir!
Sağlık Bakanı rahmetli Halil İbrahim Özsoy, sayın Özer Çiller’in büyük iyiliğini(!) şöyle anlatmıştı;
Bizden önceki hükümetin bütçesi hazırlanırken, Sağlık Bakanı olan Yıldırım Aktuna ‘tanıtım’ başlığıyla bir milyon liralık bir bütçe kalemi belirlemiş. Ancak bakanlıklar üstü bir görevle ofisinde oturan Özer Çiller bu paranın harcanmasına talip olmuş.
Öyle ya konu tanıtım olduğuna göre, bunu ondan daha iyi yapacak bir başkası olamazdı. Hemen Sağlık Bakanı’nı aramış ve bütçedeki bu bir milyon lirayı kullanmaya karar verdiğini söylemiş. Ama Yıldırım Aktuna’nın da kendi planları olunca kesinlikle karşı çıkmış.
Ne kadar sürdüğünü bilmediğimiz (1-2 ay olabilir) tartışma süresinde para harcanamamış. Bu sırada koalisyon hükümetinde oluşan çatlak nedeniyle Tansu Çiller hükümeti yıkılmış.
Bütçedeki bir milyon para, ne Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tarafından kullanılabilmiş, ne de Özer Uçuran Çillere yar olmuş!
GÜNEY KORE’DEN UCUZ AŞI
O zaman için yeterli olan parayı bulunca hemen çalışmaları hızlandırarak dünyada aşı üreten ülkelerle ilişkiye geçtik. İki büyük aday vardı; Küba ve Güney Kore.
Yıl 1998’di ve Güney Kore ekonomisi batmak üzereydi. Ellerinde önemli miktarda aşı bulunduğunu öğrenince pazarlığa başladık. Anımsadığıma göre, aşı dozu başına 36 sent ödeyerek ilk Hepatit B aşısını çocuklarımızın aşı takvimine ekledik.
Çok sevinçliydim ama sayın bakan huzursuz görünüyordu. Nedenini sorduğumda sıkıntısını şöyle anlatmıştı;
“Tamam aşıyı bu parayla satın alıyoruz ama sonrasını nasıl getireceğiz? Bu aşının devamını nasıl satın alacağız?”
Ben rahattım;
“Sayın bakanım, siz bunu düşünmeyin!” demiştim rahmetli Özsoy’a. “Aşılama bir kez başladıktan sonra, hiçbir partinin gücü bu aşılamayı durdurmaya yetmez! Göreceksiniz, kimseden olumsuz bir ses çıkmayacaktır!”
BİRKAÇ SÖZ DE AŞI EMPERYALİZMİ İÇİN
Büyük ilaç ve tanı teknolojisine sahip şirketlerin, Dünya Sağlık Örgütü’nü de içine alan büyük oyunları, ne yazık ki aşı konusunda da oynanmaktadır.
Gözleri salgınlarla korkutulmuş, kimi bilim adamlarının bilimsel yayınları ile yanıltılmış, ya da bir şekilde (!) ikna edilmiş tıp insanlarının bu büyük oyunun dışında kalabilmesi elbette olanaksızdır. Ancak, kötü oyunlar oynanıyor diye yapılması şart olan özellikle de çocukluk dönemi aşılarına karşı çıkmak doğru değildir. Bazıları tartışmaya açık olsa da, Sağlık Bakanlığı’nın aşı takvimini her hekim uygulamak zorundadır.
Ancak, Covid-19 sonrası durum eskisi gibi olmayacaktır. Aşı sektörü her zamankinden daha fazla ellerini ovuşturmaya başlamış/başlayacak, yeni ve zorunlu aşı uygulamaları için yeni alanlar yaratma çabası içine girecektir.
Elbette, hazır insanların gözü korkmuşken tehditleri çoğaltmak ve bu korku üzerine tüm dünyaya yeni aşılar satmak hiç de zor olmayacaktır. Böylesine herkesin can derdine düştüğü bir ortamda sağlık emperyalizminin bir bahar havasına girmesi kadar doğal bir şey olamaz! Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü birbirine karıştırarak oluşturacakları kaos ortamında can derdine düşecek olan insanlar, her tür sağlık sömürüsüne razı olacaklardır.
Yazı Odatv’de yayımlanmıştır.
https://odatv4.com/o-donem-mucize-nasil-ortaya-cikti-20032113.html
İlginç günlerden geçiyoruz. Danıştay’ın iki kararı tartışılıyor: Okullarda Öğrenci Andı (Andımız) okunmayacak, Atatürk kabartması devlet madalyalarında olmayacak. İzmir Tabip Odası da 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında verdiği “Meslekte 40. Yıl” onur plaketinden kalpaklı Atatürk fotoğrafını kaldırdı. Yani iktidarla kendisini “solcu”, “muhalif” olarak niteleyen tabip odası yönetimi, aynı çizgide buluştu. Andımız ve Atatürk karşıtlığının nedenlerini tartışmakta yarar var…
Millet, milli devlet, milli tavır, milliyetçilik karşıtlığı ülkemizde, Milli Mücadele’ye uzanan tarihsel köklere sahiptir. Etnikçi ve mezhepçi siyasette; din taciri, inanç hortumcusu gelenekte; Batıcı, liberal, numaracı cumhuriyetçi cenahta yaygındır bu tutum. Teâli-i İslâm Cemiyeti’ni, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni, Kurtuluş Savaşımıza olan karşıtlığıyla ve İngiliz işgal kuvvetlerinden para almasıyla da tarihe geçen sosyalist İştirakçi Hilmi’yi biliyoruz. Bu üç siyasal çizginin ardılları günümüzde de örgütlüler. O gün olduğu gibi bugün de emperyalizmle iç içeler. PKK – PYD – YPG ve FETÖ terör örgütleri, Almanya’nın elinin altında sözde İslam devleti kuranlar, mezhepçi siyaset güdenler, Soros fonlarıyla beslenenler, solda geçinen ve soldan geçinenler ilk akla gelenlerdir. Sendikalarda, meslek odalarında, akademide, Türkiye genelinde sahip oldukları ağırlığın ve etkinliğin çok daha fazlasına sahiptirler.
Andımız ve Atatürk karşıtlığı, ideolojiktir. Hedefi; ülkemizi feodalizm üzerinden federalizme götürmektir. Alt kimlikleri kullanarak bölmek, parçalamaktır. Bu siyaset, liberal demokrasiden sosyal demokrasiye, muhafazakârlıktan sosyalizme uzanan geniş bir yelpazede örgütlüdür. “Milli devlet aşıldı”, “Ulus devletin modası geçti”, “Milliyetçilik miadını doldurdu”, “Üçüncü dünya solcusu değiliz”, “Milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına alıyoruz”, “Ulus devletle hesaplaşmanın zamanı geldi”, “Kemalizm eskidi”, “Atatürk’ün fikirleri geride kaldı” gibisinden sözleri, 30 yıldır duyuyoruz. Bu sözleri edenler Erdal İnönü’nün de çevresindeydi, Turgut Özal’ın da. CHP’den AKP’ye, HDP’den ANAP’a, DYP’den SHP’ye, DSP’den ÖDP’ye çok parti dolaştılar. Bunların önemli bölümünü “FETÖ’nün solcuları” olarak Abant Platformu’nun müdavimleri arasında, “Akil İnsanlar” kadrosunda, yetmez ama evet takımında, özürdiliyoruz.com ekibinde, Birikim dergisi sayfalarında görüyoruz.
Atatürk karşıtları, şu noktalarda da buluşuyorlar: Vatansız, milletsiz, devletsiz, emperyalizmin hizmetinde bir sivil toplumculuk; “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen bir İslamcılık; emeği, bağımsızlığı, aydınlanmayı, eşitliği savunmayan, emperyalizmle savaşmayan bir solculuk. İşin garibi, Atatürk’le, Cumhuriyet Devrimi Programı’nın özeti, Atatürk’ün partisinin simgesi olan altı okla sorunu olan; CHP ilkelerinin tamamını içselleştirmeyen kimi siyasetçiler, sanatçılar, yazarlar, bilim insanları, kendi fikirlerine uygun bir partide değil, Atatürk’ün partisinde bulunuyorlar.
Bu durum, en hafifinden ilkesizlikle, tutarsızlıkla ve kurnazlıkla açıklanabilir. “Altı ok”tan ikisini, üçünü atmayı önerenlerin; milliyetçiliğe savaş açanların; laikliğe burun kıvıranların; “altı ok”a altı ok daha ekleyenlerin CHP’deki varlığı, Türkiye’ye hizmet aşkıyla değil, kariyer hesabıyla izah edilebilir.
Yurt, ulus ve tarih bilincine sahip olmayan sömürge aydınları doğru, ilkeli olamazlar.
Yazı 17 Mart 2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.
BU YAZI,
14 MART HAFTASI NEDENİYLE
KOVİD FEDAİSİ HEKİM MESLEKTAŞLARIMA VE
YAŞAMINI YİTİREN SAĞLIKÇILARIMIZIN ANISINA ADANMIŞTIR.
https://www.google.com/doodles/dr-wu-lien-tehs-142nd-birthday
10 Mart 2021, Çarşamba,
Google arama sayfasında bir Doodle.
Bir çizgi film videosu: Masa başında bir doktor ve maske Maskeleri dağıtan beyaz önlüklü sağlıkçılar.
Doktor: Çinli-Malezyalı epidemiyolog Dr.WuLien-teh Google tarafından 142. doğum yıldönümünde Doodle ile onurlandırıldı.
Neredeyse bir yüzyıl geçmiş aradan.
Yıl 1910.
Çin’de ölümcül akciğer veba salgını.
Veba, kurbanlarının neredeyse hepsini öldüren bir hastalık.
O zaman dünya birleşti mücadele için.
Yüzyıl önce salgın için mücadeleye girişen dünya,
bu gün geçmişten ders almamış gibi.
Bazı ülkeler Dünya Sağlık Örgütü’nü yok saydı.
Etkisizleştirdi.
“Çin virüsü” denilerek Kornavirüs ırklaştırıldı.
Gelişmiş ülkeler parayı bastırıp aşı stoku yaparken,
fakir ülkeler ise kendi kaderlerine terkedildi.
1911Salgınındaki tutum nerede,
Şimdiki Pandemi mücadelesi nerede.
Bu gün daha kutuplaşmış ve
bölünmüş bir dünya ile karşı karşıyayız ne üzücü.
Dr. Wu aynı zamanda veba savaşçısı idi.
Dr. Wu salgın kontrolünde Maske’yi tasarımladı.
Bu basit gibi görülen tasarım pek çok hayatı kurtardı.
Kovid 19 da önemini kaybetmedi hiç.
Bir yıl önce yetkililer Kovid mücadelesinde Maske önerdi.
Deneyimlediğimiz gibi;
14 Kural bilgileri her yere asıldı.
Medyadan yayınlandı.
Amaç; Maruziyet ve yayılmayı en aza indirmek,
Yüzeylerin ve ekipmanın sterilizasyonu,
sosyal mesafe kuralları,
karantina emirleri hızlıca uygulandı.
Yaşamlarını hiçe sayarak Corona’yı durdurmak,
Hayat kurtamak için salgınla ön cephede savaşanlar.
Koronavirüs tehdit ediyordu.
En ön hedef: Hekimler ve sağlıkçılar.
Hasta kişilerle yüz yüze gelenler.
Potansiyel olarak enfekte kişilerle doğrudan temas nasıl olacaktı.
Koronavirüs’le ön cephede savaşmak kolay değildi.
Pek çok hekim ve sağlıkçı yaşamını yitirdi,
Yaşamları kurtarmak, korumak uğruna!.
Toplum kaynaklı,
solunum yolu ile bulaşan mikroplara karşı önlem: Maske
Basit ve etkili kişisel koruyucu malzemelerden.
Tek katmanlı bile olsa Cerrahi Maske.
Hekimler,cerrahi maskeleri eskiden beri hastaları korumak için kullanır.
Bu kez doğrudan kişisel korunma amacı ile.
Dr. Wu ne yaptı?
Maskeyi ilk kez hava filtreli gazlı bez ve bez katmanları ekledi.
Havadaki mikrop yüklü küçük damlacıkları solumadan önce yakalayıp tutmak.
Ve maske böylece iki yönlü bir hastalık savunması aracına dönüştürdü.
Bu tasarım zamanlaN95 maskesine dönüştü.
Günümüzde solunum yolu ile bulaşan infeksiyonları önlemede
yaygın kullanılan kişisel koruyucu ekipman.
Güney Doğu Asya ülkelerinde ( Tayvan, Güney Kore, Vietnam ) maske kullanımı sık.
Maske takma davranışı Kovid 19 mücadele de başarı getirdi.
Bu yazı aşağıdaki bağlantıda da yayımlanmıştır.
https://www.haberhurriyeti.com/makale/6618872/ramazan-inci/saglikcilarimiza-saygiyla
Korona virüs yaygınlığı yönünden Türkiye renklendi.
Mavi,turuncu, sarı,kırmızı.
Şimdi bir bayrak yarışı başladı.
Özgürlüğe doğru.
Mavi her dem özgürlük demek.
Engin deniz gibi.
Sonsuz gökyüzü gibi…
Ne yazık ki Mavi bayrak yarışını kazananlar çok az.
Var mısınız özgürlük için Mavi bayrak yarışına?
***
Bayrak yarışı tüm Türkiye’de.
Koronavirüse karşı “hattı müdafa yok, sathı müdafa” söz konusu.
Pandemi yönetimi merkezi yönetimden, il ilçe yöneticilerine kaydı kısmen.
En büyük sorunluluk halkımızda elbet.
Aşılanma en başta.
Klasik üçlüye uyum: Maske, mesafe ve hijyen.
BAHAR ÖZGÜRLÜK DEMEK
1 Mart Baharın gelişi.
Yemyeşil kırlar,
Masmavi bir gökyüzü,
Engin deniz
Özgürlüğe açılan yolun başlangıcı.
Sosyal alanlar mavilere serbest.
Kırmızıların epeyce yolu var.
Sosyallleşme alanları kısıtlamalı serbest.
SOSYAL MESAFE
Sosyalleşme alanlarındaki kurallar,
Kısıtlanmış kişi, sıkışıklığa önlem.
Havalandırılmış ortam, virüsün bulaşma zincirini kırmak için.
***
Sosyal mesafe demişken…
Sosyalleşmeye evet ama, fizik mesafeye dikkat.
Sıkışık, yan yana, diz dize, yüz yüze sosyalleşme olmasın.
Aramıza mesafe koyalım.
Hem kendimizi, hem de sevdiklerimizi koruyalım.
***
Sosyal mesafe terimi şimdi kulağa daha fazla çalınır oldu.
Oysa her grip mevsiminde alıştığımız şey.
Öksüren aksıran olursa ya yanından uzaklaşıyorduk,
ya da ağzımızı burnumuzu virüs solumayalım diye kapatıyorduk,
Tek kullanımlık mendillerle.
FİZİK MESAFE KORONAVİRÜS İÇİN ŞART
Sosyal mesafe koronavirüs ve hastalığı için de geçerli.
Korona virüse karşı “bulaşıcı bir hastalığın ortaya çıkmaması ve yayılmaması için enfeksiyon sırasında maruziyeti en aza indirmek ve bulaşmayı azaltmak amacıyla diğer insanlardan normalden daha fazla fiziksel mesafeyi (1,5 metre veya daha fazla) koruma veya halka açık yerlerde insanlarla veya nesnelerle doğrudan temastan kaçınma uygulaması” anlamına gelmektedir.
SELAMLAŞMADA YENİ VÜCUT DİLİ
“sosyal mesafe “ stratejisi sırasında tokalaşma, öpüşme, sarılma, kucaklaşmadan kaçınmak bizim gibi sıcak kanlı insanların yaşadığı ülkelerde alışmak zor oldu.
Moralimiz bozuldu.
Ama daha az dokunsal selamlama biçimleri aldı.
Yeni bir vücut dili oluştu toplumda, insanlar arasına.
Göz göze, dirsek dirseğe, ayak ayağa..
Dünya Sağlık Örgütü “sosyal mesafe” yerine “ fiziksel mesafe “ terimini kullanmayı önerdi. Virüsün yayılmasını önlemek için insanlar arasında boşluk bırakmak anlamında.
***
Özgürlüklere bayrak açmak için var mısınız kurallara uymaya.
Maske, mesafe ve temizlik.
Aşı ise bize bahşedilmiş bir fırsat.
Prof. Dr. Ramazan İnci / rmzinci@gmail.com
Yazı aşağıdaki bağlantıda da yayımlanmıştır :
https://www.haberhurriyeti.com/makale/6562069/ramazan-inci/bayrak-yarisi
Yaklaşık 10 yıl boyunca İzmir Tabip Odası’na çeşitli organlara seçilerek hizmet verdik. Bu süreçte bir meslek örgütü olarak üyelerin özlük haklarını savunmak, toplum sağlığını iyileştirmek ve geliştirmek öncelikli görevimiz oldu.
Çok önemli ve vazgeçilmez kırmızı çizgimiz 14 Mart ruhuna, Tıbbiyeli Hikmetlere ve elbette ülkemizin kurucusu büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılıktı. Atatürk’ün en büyük eserim dediği Cumhuriyet’i koruyup kollamayı vazgeçilmezimiz olarak gördük.
Her 14 Mart’ta meslekte 40. Yılını dolduran meslektaşlara sunduğumuz anı plaketlerinde Atatürk’ü hiçbir zaman unutmadık. Bu önemli ayrıntı köklerimize ve Cumhuriyet’e bağlılığın doğal gereğiydi. Plaket sunduğumuz hemen tüm meslektaşlar bu duyarlılığımıza övgüyü eksik etmedi.
14 Mart bu topraklarda doğmuş ve kökleşmiş bir bayramdır. Başka deyişle, bir tek bizde kutlanır. Her ne kadar adı tıp bayramı ise de Osmanlı’dan bu yana modernleşme, ileriye gitme, Milli Mücadele, Cumhuriyet ve Devrimler 14 Mart ruhunun ayrılmaz öğeleri olagelmiştir.
Türk Tabipleri Birliği hekimlerin meslek kuruluşu olarak 14 Mart kutlamasına bütünüyle sırt çeviremese de 14 Mart ruhuna ve 14 Mart’a anlam katan değerlere uzak durmayı yeğlemesiyle, buna karşılık ülke yararına olmayan hatta çoğu zaman da zararına olduğu kuşku götürmez olan ayrılıkçı ve bölücü siyasetlere yakınlığıyla ünlendi. Ülkemizdeki hekimlerin ezici çoğunluğunun düşünce ve duygularını yansıtmaktan uzak kalan bu tutum hemen her dönemde hekimlerin öfke ve kızgınlığına neden oldu. Kitlesinden kopan, onların yüksekte tuttuğu değerlerden uzaklaşan TTB’nin etkisiz ve marjinal bir yapı olması kaçınılmazdı. Şu anda bu olumsuzluk tüm yakıcılığıyla yaşanmaktadır.
İzmir Tabip Odası yönetimine 2018’den bu yana egemen olan dar grupçu anlayış kendisinde 14 Mart’a ihanet etme cesaretini bulmuştur.
Her 14 Mart’ta meslekte 40. Yılını dolduran hekimlere dağıtılan anı plaketlerinden Atatürk görseli kaldırılmıştır. Geçtiğimiz 2 yıl boyunca yaşama geçirilen uygulama bu yıl plaket alacak hekimlerin tepkisini görmüştür. Plaket alacak hekimler adına bir heyetin Oda başkanıyla yaptığı görüşmede plaketlere Atatürk görseli konması “şekilcilik” olarak nitelenerek ülkemiz ve elbette Tıbbiyeliler için en yüksek değer olan “Atatürk” aşağılanmış ve önemsizleştirilmeye çalışılmıştır.
14 Mart’ın tarihini yaptıklarıyla yazan Türk hekimleri her zaman, ülkemizin varlığının biricik güvencesi olan Atatürk ve Tıbbiyelilik ruhuna bağlı kalmışlardır. Bağlı kalmayı da sürdüreceklerdir.
Plaketlerden silseler de Atatürk’ü ve Tıbbiyelilik ruhunu gönüllerden silmeye güçleri yetmeyecektir.
Tıbbiyeliler bu kabul edilemez tutumu not etmişlerdir.
Günü geldiğinde bu aymazlığın hesabının sorulacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Anıları ve ruhları incitilen başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere 14 Mart ruhunu eylemleriyle ve söylemleriyle var eden Tıbbiyelilerin yüce anıları önünde saygıyla eğilerek…
Hiç unutulmasın!
Nasıl ki Atatürk’e ve Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine yaklaşılarak ülke esenliğe çıkacaksa, hekim meslek kuruluşu da Tıbbiyeli Hikmetlere yaklaşarak Türk hekimlerinin güvenini kazanacak, güçlenecek ve büyüyecektir.
Yazı aşağıdaki bağlantıda da yayımlandı :
Medyada haberler şu şekilde;
“Bilim İnsanları, Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde bulunan orijinal SARS-CoV-2 virüsünün 5 tehlikeli varyantını saptadılar”
Bu beş varyant (Tür):
“Wuhan- “Kent türü”
“Güney Afrika türü”
“Nijerya türü”
“Danimarka vizon türü”
“İngiltere türü”
En yaygın son virüs korkulan ve yaygın tür.
Virüsler birer genetik madde şeklinde yapılanmıştır.
Coronavirüs RNA yapılı örneğin.
Genetik yapılar zamanla evrimsel değişikliğe uğrarlar.
Bazan yavaş, bazan hızlı.
Çok hızlı dolaşımda olan RNA yapılı Koronavirüs’de değişim( Mutasyon) kaçınılmaz.
Nerede ise her ülkenin, bölgenin henüz saptanamamış virüs mutasyonu olasıdır.
Peki mutasyon?
Virüs genetik kodundaki herhangi bir değişikliktir.
Çin’de ilk ortaya çıkan ve hastalık oluşturan virüs ile Varyant virüslerin akrabalık ilişkileri söz konusu.
Aynı ailenin üyeleri, soy ilişkisi söz konusu.
***
Varyantlar korkuya neden oldu.
Daha önce sağlık sorunu olmayan gençlere karşı daha ölümcül olabilir kuşkusu arttı.
Virüs ilaçlara direnç mi geliştiriyor gibi değerlendirmeler yapıldı.
***
Geçen haftalarda Avrupa Hastalık önleme ve kontrol merkezi İngiltere varyantı konusunda çok geniş bir değerlendirme yayınladı ( European Centre for Disease Prevention and Control
://www.ecdc.europa.eu/sites/default/files/documents/SARS-CoV-2-variant-multiple-spike-protein-mutations-United-Kingdom.pdf ).
İlk uyarılar;
İngiltere’de bulunan ilk varyant, özgün virüsten % 70’e kadar daha hızlı bulaşıyor,
dünya çapında birçok ülkeyi enfekte ve bu durum yeni bir salgın dalgası yönünden endişelendiriyor.
***
“Güney Afrika varyantı” gelince;
Bir grup aşının etkisiz olduğu saptandı çoktan.
İkinci önemli konu ise genç insanlar için orijinal virüsten daha ölümcül olabilirliği ileri sürüldü.
***
İngiltere türü virüs, yayılmasını sürdürüyor.
Haritada Türkiye İngiltere türü ile işaretlenmiş.
Türkiye ve dünya henüz virüsle başa çıkabilmiş değil.
Varyant meselesi kafa karıştırdı.
Aşı üretildi, tam virüs hedef alınmışken,
korona varyantı ile yüz yüze geldik.
Her gün Sağlık Bakan’ımızın açıkladığı tabloda düşüş yok.
Mutant virüs etkisi olabilir mi?
Düşünmeden edemiyoruz.
Asıl bizi ilgilendiren sıkıntı budur.
Çeşitli varsayımlar ileri sürülüyor;
Deniyor ki; Yeni varyant hızlı yayıldığı için düşme eğilimi olmuyor!
Henüz Sağlık Bakanlığı’ndan resmi bir açıklama yok.
***
Başka neler söyleniyor?
İnsanlar “tedbir”lere uymuyor!
Sosyal mesafeyi, maskeyi, kısıtlamaları boş veriyor,
Aşı uygulaması hızı yavaş.
Tabii ki düşmez!
Hepsi de olası bile olsa, bu durum “virüsle yaşamaya alışmak” hali olmamalı?
Şunu bilmeliyiz:
Virüsü dolaştıran, bulaştıran, taşıyan virüs bulaşlı (belirtisiz) veya hasta insanlar.
İki doz aşılansan da, hatta hastalık geçirip iyileşsen de “tedbirler”i elden bırakma.
Not : Yazı haberhürriyeti.com’da da yayımlanmıştır.
Son Yorumlar